::
04 Ekim 2024 Cuma

:

:

:
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
MUAZ ERGÜ MUAZ ERGÜ

Bir İnci Kaydı Sanat Göğümüzden

13 Eylül 2021 Pazartesi 09:15

Eylül sarı, sararmış yaprakların toprağa en çok düştüğü mevsimdir. Sonbahardır, mevsimi hazan… En çok da hüzün şaha kalkar bu mevsimde. Yaşam ırmağı ölüme doğru akar. Hazan hüzne, hüzün en görünür olana…  Şairler şiirlerle karşılardı bir zamanlar Eylül’ü; en çok da Eylül’e yazılırdı en darmadağın şiirler, en yürekten mısralar, en vurucu sözler; İnsanı darmadağın eden… Şimdilerde her şey tıkır tıkır…  Hep aynı mevsimsizlikle kuşatılmış bir sanallığın, bir mahpusluğun sınırlarına hapsedilmiş durumdayız. Makineleşmiş bir dünyada insan da mekanik süreçlerin içinde duygusunu yitirmiş, toprakla bağını koparmış ve mevsimlerle bir ünsiyet kuramaz olmuş. Hep aynı yeknesaklıkla geçiyor sözcükler mevsimlerin civarından, hep aynı yoklukla ve yoksunlukla…

Bu eylül de dökülen yalnızca yapraklar olmadı. Dalından kopan yapraklara güzel insanlar da eşlik etti, ediyor. Hayat ırmağının ölüme aktığı nice güzel insan… Sesiyle, sözüyle dünyamızı güzelleştiren, kendimize yolculukta bize eşlik eden, yanımızda olmasalar bile yalnızlığımızı paylaşan şiirleri, şarkıları sadrından döken insanlar da göçüp gidiyor. İnsanlık kervanı daima, durmadan toprağa doğru yürüyor. Her ne kadar yaşarken toprağı unutsak da, doğaya yabancılaşsak da yine dönüp geldiğimiz, geleceğimiz yer toprak oluyor. Eskiden çocuklara hep “nereden geldin? Nereye gidiyorsun?” diye sorulurdu ve cevap olarak da “topraktan geldim, toprağa gidiyorum.” diye öğretilirdi, öğütlenirdi…

Bu Eylülde ölümün kervanına katılan, ölüm atına binen, toprağa düşen, toprakla sırlanan güzel insanlardan biri de İnci Çayırlı… “Bir sabah, bakacaksın ki bir tanem,/ben yokum./dünyayı sana bırakacağım…/” Selahattin İçli’nin bestelediği kürdilihicazkar şarkı… Ne güzel anlatıyor gidişi, gidiyor olmayı, gidecek olmayı. Ne güzel okurdu bu şarkıyı İnci Çayırlı. Hazin, hüzün, hazan… Hele bir de Eylülse, yapraklar dökülüyorsa ve  hafif bir yağmur yağıyorsa İnci Çayırlı’nın masalsı sesinin için eriyip gidersiniz. Yitip gidersiniz efsunlu bir iklimin göğünde. Dünyanın üzerinize giydirdiği ne kadar urba varsa birer birer soyunursunuz bu urbalardan. kalırsınız bir başınıza. Bırakıp gitmenin belirsizliği… Dünyayı kendine bırakacaklarımız da birgün çekip gideceklerini, dünyayı başkalarına bırakacaklarını düşünürler mi acep?

İnci Çayırlı… Duru bir ses… Billur bir ırmak gibi ruhu yıkayan bir efsun, bir iksir… Yapaylıktan, yapmacıklıktan uzak… İçten gelen, dinleyenin içine akan sımsıcak bir ses… Kusursuz bir icra… Işıl ışıl gözlerden yansıyan zariflik, zarafet… Klasik bir kültürün içinden gelmiş olmanın özgüveni. Şımarmayan, sınırlarını bilen bir terbiye… Bugünün medyasının pompaladığı ve bize sanat diye sunduğu pespayeliğin uzağında… İnsan dünle bugün arasında bir kıyaslama yaptığında ne kadar yozlaştığımızı, yoğunluğumuzu yitirdiğimizi, düştüğümüzü görebiliyor. Medyanın gürültüsünden, neonların aldatıcılığından kurtulup tarihe döndüğümüzde neyi kaybettiğimizi görebileceğiz?

“Bir rüzgârdır gelir geçer sanmıştım/Meğer başımda esen kasırgaymış”,  “Rüya gibi uçan yıllar/Biraz durun durun biraz”, “Gel sen bize akşam yine mehtâb görünsün/Dök bağrıma zülfün gece meltemle sürünsün”, “Bir nigah et ne olur ey gonca dehen/Göz göz oldu yüreğim gözlerinin derdinden”, “Gelmiyorsun yakıyor bağrımı hicranın eli/Bu gönül neyle avunsun a güzeller güzeli”, “Kara kara gözler ona buna bakıyor mu/O incecik beli şimdi başka biri sarıyor mu”, “Severim her güzeli senden eserdir diyerek/Koklarım goncaları sen gibi terdir diyerek”, “Bülbülüm altın kafeste/Öter aheste aheste”, “Gözlerini gözlerimden ayırma hiç Düşsün üstümüze karlar, yaksın yüzünü rüzgarlar”, “Ömrümün güzel çağı içimdeki bin heves Her güzelin ardından tükendi nefes nefes”, “Gönül seni ayık bulsam sorsam halin nedir diye aymazsın gönül/Hicran adlı saki olsam doldursam biteviye doymazsın gönül”, “Sen beni bir bûseye ettin fedâ/Yüz yüze bakmaz mı zalim bir daha”, “Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın/Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın” şarkılarını söyleyen İnci Hanım’ın sözcüklere inci gibi dokunuşu, müziğin arkasında hissedilen güçlü geçmiş, klasik dönemleri yaşamayan bizler için vazgeçilmez nostalji, o erişilmez nahiflik, güzel şeylerin geride kaldığını apansızın hatırlatan tavır ne kadar değerli, ne kadar güzel… Günümüzün gelip geçici, anlık olarak tüketilen şarkılarına, müziğine benzemez bu musiki. Kendini size açmak sizin dikkatinizi, yoğunlaşmanızı bekler. Ondan dolayı zamanı geldiğinde dinletir kendini. Dinlersiniz bu şarkıları.

İnci Çayırlı’nın Eylül’e, yağmura, aşka ve dahi ayrılığa en güzel yakışan şarkısı: “Yağmur Çiselerken”… “Yağmur çiselerken öpmüştüm dudağını/Yağmur çiselerken sevmiştim yanağını/Şimdi yalnız kaldım aşkımın acısıyla/Yağmur çiselerken sorarım yine sana…”

1935 yılında İstanbul’da doğan Çayırlı’nın çocukluğu şehrin en güzel yerlerinden biri Kuzguncuk’ta geçer. Babası Türk müziğini seven ve camiada tanınan biri. Babanın Türk müziğine olan ilgisi Çayırlı’yı çok etkiler. Çok sever musikimizi. Türk müziğinin önemli isimlerinden biri olan Fahri Kopuz İnci Hanım’ın akrabasıdır. Onun teşvikiyle Çayırlı musikiye başlar. Ardından İstanbul Belediye Konservatuvarı Folklor Tatbikat Topluluğu ve İstanbul Radyosu… Bir etkinlikte dinleyiciler arasında üstat Münir Nurettin Selçuk da vardır. İnci Hanım’ın sesini beğenir. Çayırlı uzun yıllar Selçuk’un korosunda görev alır. İnci Hanım şef yardımcılığı, koro şefliği, genel sanat yönetmenliği gibi görevler alır. Yurtiçi ve yurtdışında bir çok konser verir. Türkü, tango, pop türü şarkıları ustalıkla okur. Radyoda sevilen Türkçe tangoları seslendirir. “Kara kara gözler” adlı şarkısını okuduğu plak olağanüstü ilgi görür. Altın plak ödülünü kazanır. Ayrıca “Çileli Bülbül”, “Son Nefes”, “Kadın Asla Unutmaz”, “Ayrılık” gibi sinema filmlerinin müziklerini yapar.

Yukarıda bahsettiğimiz gibi Kuzguncuk’ta yaşamıştır en güzel zamanlarını. Şöyle anlatır Kuzguncuk’u: “Kuzguncuk’un en önemli özelliği, üç dinin bir arada yaşadığı yer oluşudur. Kuzguncuk, hâlâ Boğaz’daki en otantik yerdir. Osmanlı’nın çok derli toplu aileleri yaşardı orada. Rum, Ermeni, Musevi birbirine saygılıydı. Ramazanda onlar bize gelebilir, onların dini bayramlarında da biz onlara gidebilirdik. O bize hamursuzunu getirir, biz de ona Ramazan pidemizi ikram ederdik. Derinde karşılıklı saygı olduğu için Kuzguncuk bugün bütün o civarın en mühim yeridir.”

Titiz, nazik, özenli, asil bir duruşun sahibi İnci Çayırlı sessiz yaşadı;bir iki popüler programda yer aldı ama oralarda iğreti durdu. Oralarda da hanımefendiliği ile zihinlere kazındı. Türk sanat müziğini arabeskle, popla karıştıran ve ortaya bir ucube çıkaran yorumcuların, magazin gündemlerinden düşmeyen şarkıcıların, yaşına başına bakmadan her ortamda görünün müzik insanlarının aksine mütevazi bir yaşam. Sanatı gibi… Çayırlı bütün olumsuzluklara rağmen, medya abartmalarına rağmen  abartıdan, gösterişten uzak bir şekilde de varolunabilineceğini gösterdi.

Ruhu şadolsun!

 

 

Paylaş:  Facebook Twitter Google
YAZARIN DİĞER YAZILARI