::
20 Nisan 2024 Cumartesi

:

:

:
Karakter boyutu : 12 Punto 14 Punto 16 Punto 18 Punto
MUAZ ERGÜ MUAZ ERGÜ

Bir Türkü Çığırmak, Bir Türküye Çığrılmak

20 Kasım 2019 Çarşamba 11:14

“Pınara gel ki görem/El uzat bir gül verem” diye başlayan bir türkü… Hızlı bir ritmi var. Hareketli… Oyun havası gibi… Genelde hareketli türkülerin ritminden dolayı sözleri üzerinde fazla durulmaz. Aslında bu ve benzeri türküler o hızlı, oynak ritimlerinin aksine çok derin, çok ağır bir hüzne yataklık ederler. Derin yitirişlerin, kadim sızıların coştuğu bir yatak… Dörtnal koşan atların ritmiyle yüreğe dökülen… Dinleyeni ansızın yakalayan… Kulaklarımızdan gönlümüze hızla akan bir keder. Hüznün şaha kalktığı, hüznü şaha kaldıran ritim.

Türkü hızlı bir ritimle akarken durup ağır bir düşünceye dalarız. Düşüncenin ummanına… “Pınara gel ki görem” diyor. “Elin uzat bir gül verem”… Görmek ne büyük bir armağandır. Ne büyük saadet… Mahremiyet ne muazzam… Bugün her şeyin baştan ayağa görsellik olduğu, her şeyin vitrine dizildiği ve aslında hiç kimsenin kimseyi göremediği bir zamandayız. Her şeyi görebildiğimizi sanıyoruz ama görebildiğimiz kocaman bir boşluk. İçi boşaltılmış bedenler… Yüreği deşilmiş, gönlü paramparça bir varlıktır karşımızda duran.

“Dur dur dursane/Dur bir haber versane”… Neyin haberi verilecek? Neyi haber verecek? Var mı haber vermeye değen? Değecek olan… Öyle hızlı akıyor ki her şey durmak yok. Durursan düşersin. Düşersin… Özlemin, hasretin narıyla yanıp kavrulmuş haberler yok. Beklemenin sancısıyla doğmuş kelam yok. Sevgilinin kulaklarına fısıldanacak sımsıcak sözler kaybolmuş. Yağmurun bir inci tanesi gibi düştüğü avuçların, sonsuzluğa değen parmakların…

Neyin haberi? Şehrin ortasında kuşatılmış bir yürek. Modern zaman zindanları… Önümüzde upuzun bozkırlar yok artık. Bozkırda gözlerine ay damlayan, yıldızların kirpiklerine sürmeler çektiği ürkek ceylanlar yok. Mavi göğde kanat vurup gönlünün kurnalarından su içen serçeler göçüp gitmiş başka göklere. Kırlangıçlar sonsuz sürgün. Kanadı kırık turnalar pervaz eyliyor şimdi çöle kesmiş gönül toprağında. Sevdanın ateşiyle yedi renge bürünen dağlar yok artık. Karların ağarttığı dağlar… Sular da yanıyor. Sular… Yollar ne kadar yürünse de çıkmıyor bir menzile. Cılgalarda yoruluyor gönül atı. Gönülden vurgun yemiş bütün deli taylar.  Biz ne kadar yürüsek de hiç yürümüyor gibiyiz. Hiç yok gibi…

Ne pınar var şimdi. Ne de pınara gelen… Kimse elin uzatmaz oldu güllere. Durup da nazar eyleyen yok güle. Gülmüyor güle bakanlar. Gülmüyor güle yazanlar. Kuruyor bütün pınarlar. Kurumuş… Ne gül kaldı derilecek ne de başak. Ne kaldıysa senden yana yokluk kaldı. Ne büyük sevdalar var şimdi geride kalan ne de sevda destanları geriye kalan. Bağrı yanık türküler de küsüp gitmiş. Zülfüne değen serin yeller de…

“Üç gün arpanı derem/Beş gün buğdanı verem”…  Ne derecek arpa ne de verecek buğday… Kalmamış bir avuç bile toprak. Kalmamış… Betondan dağlar yükseliyor şimdi o münbit topraklarda… Buğday başaklarının üzerinden hızla geçiyor kavurucu rüzgârlar. Kavruk bir kader kalıyor geriye. Kavruk bir talih geride…

“Ayağında yemeni/Niye almadın beni”… Ha ayağında yemeni ha yalınayak. Gelip durursun sevdanın kapısına. Her sevda bir kapı olur ayrılığa sonunda. Bir rüzgârda gazele dönersin, sevgilinin eşiğine savrulan… 

“Bu dünyada ölüm var/Ne seni gor ne de beni”… Ölüm var ölüm… Her şeyin önünde, arkasında her bir şeyin. Kaçtıkça yakalayan, yakaladıkça kaçılan… Takatsiz kalır bütün sözcükler ölüm akla geldiğinde. Ölüme değer bütün sevdalar. Ölüme yakılan türkü olur hayat denen muamma. Ölüme…

 

 

 

 

 

 

Paylaş:  Facebook Twitter Google
YAZARIN DİĞER YAZILARI