Bilge Kral Aliya: “Mağluplara, kaybedenlere karşı duyduğumuz sempati asla aklımızdan kaynaklanmamaktadır. Bu, sadece öldükten sonra anlayabileceğimiz yani bu dünyaya ait olmayan bir duygudur.” diyerek mağlupların, yenilmişlerin, kaybedenlerin öykülerinin neden galiplerin, yenenlerin, kazananların öykülerinden daha çok ilgi çektiğini, akılda ve gönülde kaldığını sanırım açıklıyor. Evet, hep yenilmişlerin hayat hikâyeleri sarıp sarmalar bizi. Kendimizi daha çok onlara yakın hissederiz. Hep mağlupların, mazlumların menkıbeleri değer yüreğimizin, gönlümüzün en sızılı yerlerine. En çok ta onların hatıraları sızlatır burun direklerimizi. Onların menkıbeleriyle büyür içimizdeki çocuklar. Onların saflıklarıyla, masumiyetleriyle çocuk kalır içimizdeki çocuklar. Bir tarih yazılır, bir tarihe yazılır bütün mağlubiyetler. Kabil’in ılık ılık akarken kanı, Hamza’nın ciğeri çiğnenirken lime lime, Ali arkadan hançerlenirken, bir cenk masalında vurulurken bütün atlar, Huseyn’in kanı sularken Kerbela Çölü’nü, İmam-ı Âzam’ın ahı sinerken sağır duvarlara, Çeğen Tepesi’nde Enver’in kanı karışırken Kurban kanına…
“Bir ceviz ağacı, bir duru pınar/Ve gökte gümüş bilmeceler/…” diyordu Dilaver Cebeci Çeğen Tepesi şiirinde. 1922 yılı Kurban Bayramı arifesinde Enver ve arkadaşları upuzun bir yorgunlukla, uçsuz bucaksız bir özlemle oturmuşlardı o ulu ağaçların gölgesine, duru pınarların başına. Pamir dağlarına yaslamışlardı omuzlarını. Yücelere… Derin bir sessizliği hasbıhal etmişlerdi, derin bir sessizlikle… Adanmışlığın şarkısını mırıldanıyordu gökyüzünde yıldızlar. Ay mağlubiyetin şiirini… Paramparça bir ayın şavkı düşüyordu Buhara’ya. Paramparça bir menkıbe… Yelelerinden yangınlar yükselen atlarla ağlıyordu Türkistan. Herkesi kavuşturan, ırakları yakın bayram bir veda havası gibiydi Çeğen’de. Sabah birbirlerinden ayrılacaklarını hissetmişler gibi vedalaşıyorlardı, helalleşiyorlardı Enver ve arkadaşları. Hatıra olarak geriye bırakacakları hiç bir şeyleri yoktu, yüreklerinden ve adanmışlıklarından başka. Bir büyük idealin, namusun ve imanın ve aşkın erleriydi onlar. Siyasetin, stratejilerin labirentlerinde yollarını ve yönlerini kaybedenlerden değillerdi. Ne çil çil altınları vardı geride bırakacakları ne de mal mülkleri. Ne söyleyecekleri büyük yalanları vardı ne her duruma uyacak şahsiyetleri… Baştan ayağa samimiyet ve fedakârlıktı geride kalan.
4 Ağustos 1922… Sabahtı, bayram sabahı… Bayramlaşmak için toplanmıştı cümle halk. Bir hayın baskın vardı. Bir hayın… Bolşevik Ruslar’ın mitralyözleri ölüm saçıyordu Ümmeti Muhammed’in üzerine. Buhara kan revan. Sımsıcak kurban kanlarına karışıyordu Türkistan’ın kanları. Ölüm yağıyordu göklerden. Ölüm… Yalınkılıç atına bindi Enver. Yalınkılıç… Sürdü Derviş’i düşmanın üzerine. Bir sonsuz sefere sürdü. Bir sonsuza… Düştü büyük kahraman Çeğen Tepesi’ne. Düştü hayaller yere. Umutlar darmadağın. Kederden bir gergef zaman, durmadan örülüp duran.
Şehit düştüğünde kırk bir yaşındadır Enver. Kimine göre maceraperest, hayalci, akılsızın biridir. Kimine göre Alman hayranı bir şovenist. Kimine göre koca imparatorluğu batıran bir hain. Egoist, şişkin ego… Hiç biridir oysa. Direne direne mağlupluğumuzdur O. Emperyalist vahşilere bedel ödeten yanımız. Yıkılışımızın görkemi. Görkemli bir direnişin kumandanı. Türkistan’ı toparlamak ve yeniden ayağa kaldırmak için düşmüştü yollara. İngiliz’e ve Rus’a çöküşümüzün ve çözülüşümüzün hesabını ödetmekti bütün ceht. Kendi kendini bitirmiş bir imparatorluğun son çırpınışları…
Enver Paşa siyasal ikbal, güç, makam, para peşinde değildi. Yalanla dolanla siyaset yapan simsarların anlamayacağı bir dürüstlük… Alınteri, çile… Mertlik, yiğitlik… Bütün bunların toplamı. Evet, Enver bütün bunların toplamıydı. Çürüyen bir hanedanlığın yok olmayan iradesiydi. Edirne’nin geri alınmasında Bulgarlara, Çanakkale’de bütün dünyaya, Kut-ul Amare’de İngilizlere, Duşanbe’de Ruslara verilen cevabımızdı Enver ve arkadaşları.
“Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer.” Bizim zaferlerimiz hep yenilgilerimizin rahminden doğar, yenilgilerimiz zaferlerimizden. Başlarımız bir ekin tanesi gibi düşerken toprağa, menkıbelerimizden doğar yiğitler. Enver, Pamir Dağlarının eteklerindeki Çeğen Tepe’sinde hüzünlü bir destan yazdı. Birliğinin önünde, yalınkılıç… Yolun sonu… Uçup gitmek ötelere… Son Vuruş… Son hamle… Ve en güzel son: Şahadet şerbetini nuş etmek…
Selam olsun Enver’e! Binlerce selam!…
Muaz ERGÜ