Yaşadığımız bu çağı adlandırmak için en uygun kelimelerden biri sanırım hız. Zaman hızla akıyor, insanlar hızla bir yerlere gidip geliyor. Yaşamımız âdeta bilmediğimiz bir yerler yetişmenin telaşı içinde geçip gidiyor. Yaşamımızı sürdürdüğümüz her yerde bu hızın ritmine uygun olarak tasarlanmış ve dizayn edilmiş. Evlerimiz bir evden, meskenden ziyâde otel gibi. Herkesin işi gücü var, vakti yok. Hızlı, hemencecik ne yapacaksak yapalım. Yemek yiyeceksek çok hızlı, hal hatır soracak hemen… Yemek yediğimiz, oturup çay, kahve içtiğimiz mekânlar, kafeler, muhabbetimiz çok hızlı… Her yerde makineler var. Yemeklerimiz hep ekmek arası, fast food, aparatif… Çayı, kahveyi iki dakikada yapıveren makineler… Hayatımız kolaylaştı, elimizi ılık sudan soğuk suya sokmuyoruz. Yağmurda ıslanmıyoruz, rüzgârda sallanmıyoruz… geceleyin gökyüzündeki ayın şarkısına eşlik edemiyoruz. Gecemiz gündüzümüz birbirine karışmış vaziyette. Bu hızın ve telaşın içinde yanımızdan, önümüzden akıp giden dünyanın farkında değiliz….
Günümüzdeki hızın yanında, bu kadar telaşın arasında bir de görüntü, görünme, görünür olma durumu söz konusu. Neonlar, ışıklar, camlar, renkler, reklamlar… Büyük alışveriş merkezlerininin vitrinine konulmuş insanlar, dünyaca ünlü markaların esir aldığı zihinler… büyük mağaza zincirleri, restaurant zincirleri, kafe zincirleri… Steril, devasa, ruhsuz mekânlar…
Genel çerçevesini çizdiğimiz bu dünyanın içinde ruhu olan, insana değer veren, kelamın gücüne inanan insanları doğal olarak bu mantalite sıkıyor, boğuyor. Bu yapaylık bir süre sonra işkenceye dönüşüyor. Ruhu olan, tarihiyle ünsiyeti olanlar daha sahici yerler arıyor. Daha iddiasız ama ruhu olan, derinliği olan, değer katan yerler…
Ben Tarsus’taki böyle bir yerden bahsedeciğim. Tarsus Ulu Camii’den… Avlusunda oturup soluklandığımız, yüzyıllara meydan okuyan kesmetaştan duvarlarına yaslandığımız, duvardaki her oyuğa, her çizgiye bir menkıbenin yüklendiği Ulu Camii’den… Ve avlusundaki çay ocağından..
Tarsus içinde yaşayanların da pek farkında olmadığı bir medeniytler merkezi. Taa Antik Çağa kadar uzanan bir tarihi var. Farklı medeniyet ve inanç gruplarının gelip geçtiği, geriye silinmez izler bıraktıkları bir yer. Bugün ne kadar silik ve tanımıyorsa geçmişi o derece parlak ve bilinen merkezlerden. İşte Ulu Camii 9. yüzyılda Abbasiler dönemimde inşaa edilmiş. Bizans buraları ele geçirince kiliseye çevrilmiş. Ulu Cami’de 1579’da Ramazanoğlu Beyi Piri Paşa’nın oğlu İbrahim Bey tarafından yaptırılmış. Ulu Camii aynı zamanda Cami-i Nur adıyla da anılır. Camide Şit ve Lokman Peygamberler ve Abbasi halifesi Me’mun’un makamları da yer alıyor. Arkasında Bilal-i Habeşi mescidi var. Geçmiş dönmelerde ticaretin kalbi olan Kırkkaşık Bedesten’i camiyle bitişik.
Tamamı kesme taştan yapılmış Ulu Camii avlusuyla birlikte nefes alınacak, muhabbet edilecek, tarihin derinliklerine dalınacak bir modern zamanlar dehlizi. Etrafında birçok eski yapı ve konak yer alıyor. Buralar ticari anlayışla değerlendirildiğinden Ulu Camii daha insanı çeken ve içine alan bir yapıda. Burası yüzlerce yıldır tüm vakarıyla dimdik ayakta. Çevrenin ya da modern kafelerin bütün sun’iliğine rağmen burası taşıyla, havasıyla gerçek. Gerçi geçen yıllarda şadırvanının yanında rengarenk güller vardı. Tamirat ve tadilattan sonra her yer taşla, betonla doldurulmuş.
Burada oturup çayınız içerken ve en önemlisi dostlarınızla muhabbet ederken güneşin batışının, karanlığın inişinin, rüzgarın, yağmurun farkına varırsınız. Zaman canlıdır âdeta. Belki de buraya toplanmanın, burada görüşmenin altında yapaylığa, samimiyetsizliğe isyan yatıyordur.
Ulu Cami avlusunda toplanıp sohbet ederken, çay içerken arkadaşlar, dostlar en azından biz kendimizi ispatlama, zengin gösterme, hava atma derdinde olmayız. İstanbul Fatih’teki Duvardibi gibi burası da bir açık akademi hüviyetinde. Sırtınızı asırlık duvarlara dayamanın güveniyle ve bir dini mekânda yer almanın terbiyesiyle oturursunuz.
Bu mekânların müdavimleri arasında mutlaka bilge kişiler olur. Üstüne başına bakıp bu adam bir şey bilmez önyargısıyla hareket etmezseniz eşşiz bir sohbetin ve irfanın iklimine girersiniz. Nedense bu tip tarihi mekânlardan Allh dostları, yolcular, meczuplar ve kediler eksik olmaz. Bunlarla bereketlenir vakit.
Hasıl-ı Kelam: Tarsus Ulu Camii avlusu bütün koşuşturmaların, kaygıların, endişelerin, hızın yörüngesinden çıkıp; durup düşünme, kendini dinleme şansı verir insana. Samimi dostluklar sunar…. Benim gibi insanlar da varmış çok şükür deme imkânını verir…